Kıyamet bu yılın başlarında başladı.
Mart ayında, “Dune: Part Two”, yapay zekalı varlıklarla yapılan bir savaşın neredeyse insanlığı yok etmesinden 10.000 yıl sonra geçen Paul Atreides’in hikayesini ele aldı. “Dune” destanı, ayrıntılar kendilerini yeniden düzenlese bile tarihin döngüsel olduğunu öne sürüyor. Paul’un dünyası bir kez daha uçurumun kenarında sallanıyor, ancak karakterler uçuruma ne kadar yakın olduklarını bilmiyorlar. Önemli değil. Güvencesizlik fazlasıyla elle tutulur.
Hollywood, kıyamet hikayeleriyle uzun bir aşk ilişkisi sürdürdü – Marvel Sinematik Evreni’nin dünyanın sonu takıntısından daha uzağa bakmayın. Ancak sıklıkla, hikaye anlatımı tanıdık bir şablona uyuyor. İnsanlık büyük bir tehdit ile karşı karşıya: uzaylılar, virüsler, zombiler, meteorlar, nükleer cihazlar, karanlık inlerdeki megaloman kötü adamlar. Hükümetler bu tehdit ile başa çıkmaktan aciz. Sadece bir kahraman (emekli bir polis, emekli bir asker, emekli bir süper kahraman) günü kurtarabilir. O kurtarır ve hepimiz alkışlarız.
“Dune” destanı farklı hissettiriyor, ancak bunun tek nedeni Paul Atreides’in tipik bir patlamış mısır filmi mesihi olmaması değil. Bu dünya daha karanlık; insanlığın kaderi garanti değil. Hayata yönelik en büyük tehdit tek bir açık tehdit değil, hiç kimsenin, hatta en bilgili karakterlerin bile tam olarak anlayamadığı gizemli bir faktör birleşimidir.
Burada kıyamet, genellikle ona yüklediğimiz anlamdan uzaklaşır — kitlesel yıkım, insanlık üzerindeki perdeler vb. — ve daha eski anlamına doğru yönelir. İngilizce “apocalypse” kelimesi, vahiy anlamına gelen Yunanca “apokalypsis” kelimesinden gelir. Bu, gizli şeylerin açıklığa kavuştuğu bir açığa çıkma anıdır. Perde kısa bir süreliğine açılır ve gerçeklik berraklaşır. Kıyamet her zaman dünya-tarihsel değildir. Hayatlarımız kişisel kıyametlerle doludur; uluslarımız bunları tekrar tekrar deneyimler, genellikle büyük sıkıntı zamanlarında. Kıyamet zamanlarında kim olduğumuzu, neyi savunduğumuzu ve gerçekten neyin önemli olduğunu öğreniriz. Bundan sonra gelecek olan şey distopik veya ütopik olabilir. Büyük olasılıkla, her ikisinden de biraz olacaktır.
Bu yüzden belki de her yerde görülebilen sinematik kıyametin çeşitlenmesi şaşırtıcı değildir. (Ne de olsa, film sektörü de hızla kıyamet anına ulaşıyor.) Mart ayında en iyi film Oscar’ı, kıyamet anlarına nasıl ulaştığımızı anlatan bir film olan “Oppenheimer”a gitti. Kısa bir süre sonra, parçalanmanın ortasındaki bir ülkede geçen bir film olan “İç Savaş”, politikaları hakkında tartışmalar başlattı. Ancak asıl içgörüsü, travmaya alışılmış bir şekilde bakmanın karakterlerin insanlıkla olan ilişkisini değiştirdiğiydi; eğer varsa, kıyametvari bir farkındalık.