Ekolojik Yıkımla Mücadele Haftası ve 5 Haziran Dünya Çevre Günü’nü andığımız bugünlerde politik ekoloji alanında çalışmalar yürüten, siyasi ekoloji, iklim krizi gibi çok sayıda konuda kaleme aldığı makaleler ile toplumu aydınlatan Özgür Üniversite’nin kurucuları arasında yer alan Akademisyen Doç. Dr. Hakan Yurdanur, Bilim Sağlık Haber Ajansı’nın, ‘Bilim ve Çevre’ konusundaki haber dizimizin konuğu oldu.
“Ekolojik Sorunlar İlk Beşe Bile Giremez”
Hakan Yurdanur ile ‘ekoloji ve siyasi ekoloji’ kavramı arasındaki ayrımı, bireylerde ekoloji bilincinin oluşmasının önemi, ekolojik bilincinin oluşmasında ve ekolojik mücadelede kadının rolü, çevre ve doğa katliamları, devlet politikaları gibi pek çok konuda bir söyleşi gerçekleştirdik. Siyasi Ekoloji kitabını derleyerek çok sayıda akademisyenin ve bilim insanının yazılarını okurla buluşturan Doç. Dr. Hakan Yurdanur, Cumhurbaşkanlığı Seçimleri’nin geride bırakan Türkiye’de ekolojinin, ekoloji politikalarının seçmen ve seçilen üzerindeki etkilerine yönelik de önemli tespitlerde bulundu. Yurdanur, “Ekolojik sorunlar ilk beşe bile giremez. Hal böyle olunca da seçmenin ilgi alanı içine çekilemez. Halkın, ekoloji mücadelesinden hep daha önemli sorunları vardır ve var olacaktır. Özellikle Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde aşırı sağ ile merkez sağ yarışını izledik. Ortada sol adına pek bir şey göremedik. Sol demek, ekoloji mücadelesinin itici gücü demektir. Sol yoksa ekoloji mücadelesinin hızlıca gelişmesini bekleyemezsiniz” vurgusunda bulundu.
BSHA: Ekolojiyi ve siyasi ekolojiyi birbirinden ayıran en önemli nokta nedir?
H.Y: Yaklaşık bir yıl önce 14 değerli dostun katkısı ile Siyasi Ekoloji isimli bir kitap yayınlamıştık. Neden siyasi ekoloji sorusu o günden beri çokça sorulmaktadır. Şöyle ki; kapitalizm insana, topluma, doğaya ve hayvanlara çoklu şekilde saldırmakta. Ve bu saldırı sınıfsal çelişkileri de içinde barındırmakta. Tüm saldırıların siyasi olduğunu ve karşı çıkışın da siyasi temel de gerçekleşmesi gerektiğini belirtmek için bu ismi kullandık. Biliyorsunuz ki ekoloji tek başına ele alındığında “canlıların kendileri ve çevreleri ile olan ilişkilerini inceleyen bir bilim dalı. “Birçok alt dalı var. Olaya buradan bakınca bir sorun görünmüyor. Saf, temiz, kendinden menkul, etliye sütlüye karışmayan bir bilim dalı karşımızda duruyor. Oysa durum böyle değil. Sınıflı bir toplum da tarafsız bilim olmaz, olamaz! Bilim, iktidarların elinde önemli bir güçtür ve teknoloji ciddi bir silahtır. Bu anlamı ile bizler siyasi ekoloji derken, ekolojinin kapitalizm marifeti ile uğradığı saldırıları ve buna verilen cevapları kastediyoruz. Siyasi ekoloji sadece teori de değil pratikte de mücadele ve örgütlenmenin sesidir.
‘Baltalar Elimizde, Biz Gideriz Ormana’ Tarzı Bir Ekolojik Bilinçle Karşı Karşıyayız
BSHA: Bir birey de ekoloji bilinci ne zaman ve nasıl oluşur ?
H.Y: Az önce söylediklerimden devam etmek gerekirse, ekoloji biliminin her şeyden bağımsız, tek başına oluşmadığını görmekteyiz. Ekoloji, ekonomi, siyaset, sosyo kültürel durum, bilim ve sanat iç içe geçmiş durumda. Buna feminist hareketleri ve hayvan hakları mücadelesini de eklemeliyiz. Ekolojik bilinç de bunların gelişimine paralel bir seyir izlemektedir. Bizim gibi “çevre hareketi” orjinli ülkeler de ekoloji mücadelesinin gelişim seyri oldukça yavaştır. Bugün büyük bir kitle ekoloji mücadelesini görmezden geliyor. Kuşlar, çiçekler, börtü böcekler etkinliği olarak algılıyor. Yaşadığı bölgeye (köyüne, kasabasına) santral kurulacak veya maden ocağı açılacaksa “benim bölgem de yapmayın, gidin nere de yaparsanız yapın” diyerek karşı çıkıyor. Başka bir yerde yapılmasını pek umursamıyor. Ormanı, ağacı, denizi, hayvanı kendisinin malı gibi görüyor ve işine yaramayacağını düşündüğü an ilişkisini kesiyor. Bu insan merkezli anlayış ırkçılık ve türcülüğün de gelişmesinde son derece etkilidir. Bugün insana, topluma, doğaya ve hayvanlara karşı yükselen ırkçı ve türcü söylem ve eylem mevcut. Bunlar; milliyetçilik, faşizm ve nihayetin de kapitalizm orjinli gelişmelerdir. Bugün “baltalar elimiz de, uzun ip belimiz de biz gideriz ormana” türküsünün eşlik ettiği bir ekolojik bilinçle karşı karşıyayız.
BSHA: Ekolojik bilincin oluşmasında ve ekolojik mücadelede kadının rolü nedir ?
H.Y: Çok hem de çok önemli rolü var kadınların. Kadınlar, sadece kapitalist sistemi sorgulamıyor aynı zaman da ona karşı örgütlenip mücadele ediyor. Bu anlamı ile çok önemli bir yere sahip olan “Ekofeminist” hareket 1970’lerden bu yana aktif şekilde mücadele ediyor. Ekofeminst hareketler, yeryüzünün sömürüsü ile tüm canlıların sömürüsü arasında ki bağlantıları görüp deşifre etmekte. Tabi burada biyolojik varlık olarak sınırlandırılmış, doğayla özdeşleşmiş kadın orjinli tanımların hatasına düşmemek gerek. Doğa Ana, Bakir Toprak gibi söylemler cinsiyetçi bakışı gizliden de olsa savunur. Doğa, kadın ve hayvanı ötekileştirir. Oysa kadın, doğa, hayvan arasında toplumsal ve tarihsel bağlantıları görmek ve söylemek gereklidir. Kapitalizmin bir cinsiyeti varsa o da erkek olduğudur. Erkeğin egemenliği yok edici, sindirici, sömürücü ve yağmacıdır. Bu anlamı ile ekofeminist hareketler erkek egemenliği ile birlikte ardında yatan kapitalist şiddetle de mücadele halindedir.
Batı Ülkeleri Ürettiği Atığı Bizim Gibi Çevre Ülkelere Gönderir
BSHA: Siyasi ekoloji dünya genelinde de üretilen politikalara baktığımızda çevre ve doğa katliamları ile karşılaşmaktayız. Doğaya ve canlılara karşı daha yaşanabilir değil, yaşanamaz ve yok edici bir saldırı var. Nasıl yorumluyorsunuz?
H.Y: Bir kere şu çok önemli; batı, doğu olduğu için, doğuyu sömürdüğü için batıdır! Deniliyor ki; batı ülkeleri ne kadar temiz, çevreye ve doğaya ne kadar saygılı. Burada iki önemli husus var. Birincisi; batı ülkeleri ürettiği her tür atığı bizim gibi çevre ülkelere gönderir. İkincisi, kendi sermayesine yeni alanlar açmak için çevre ülkelerde santral yapar maden arar. Burada ucuz hammadde, ucuz ve örgütsüz iş gücü, devlet desteği gibi önemli faktörleri de eklemeliyiz. Batılı ülkelerin sokaklarında kedi, köpek yok çünkü hepsini zamanında öldürmüş! Bunun adına da medeniyet deniyor! Çağdaşlaşma deniyor! Öyle olmak içinde yırtınıp duruluyor. En son asbest yüklü savaş gemisi söküm için Aliağa’ya gelecekti. Yöre halkının ve diğer örgütlerin desteği ile önlendi biliyorsunuz. Bu resmen hem yöre halkına hem de çevresine ve tüm canlılara ölüm getirmek demekti. Batı temiz falan değil. Çünkü kapitalizm kirlidir ve kirletmeden var olamaz!
BSHA: Ekolojik mücadelenin hakkını veren ve kazanımları en çok olan ülke ve ülkeler hangileridir ?
H.Y: Sanırım Afrika’nın, Amazon ormanlarının, Avustralya yerlilerinin yaşadığı yerlerdir. Tabi hala o bölgelere girilmediyse… İnsan ve doğa yok edilmediyse… Şu an kapitalizmin girmediği, talan etmediği, ele geçirmediği yer kalmadı. Yani kirlenmemiş, yok edilmemiş alan yok. O nedenle ekolojik anlamda zarar görmeyen ülke de yok. Kapitalizm var oldukça bu süreç devam edecek. Kızılderililerin söylediği gibi “son ağaç kalıncaya dek” sömürü sürmeye devam edecek.
BSHA: Ekoloji politikalarına baktığımızda doğa ve canlılara yönelik alınan kararlar, çıkartılan yönetmelikler doğrultusunda pek de iç açıcı bir 20 yıl geçirmedik. Bir seçim sürecinden geçtik. Mevcut iktidar yeniden seçildi. Seçimin hemen sonrasında Samsun’da köylüler yaşam alanlarının katliamına karşı isyandaydı. Oysaki bu seçmen tercihini iktidar partisinden yana kullanmıştı. Bu ikircikli durumu nasıl okumalıyız?
H.Y: “Benim bölgeme santral yapma, maden ocağı açma, git başka yere ne yaparsan yap” zihniyetinin hakimiyeti olduğu sürece genel bir mücadele perspektifi yakalamak çok zor. Seçim sürecinde ben hemen hemen hiç bir partinin (bir ikisi hariç) ekoloji mücadelesi ve hayvan hakları üzerine önemli tespit ve çözümlerine rastlamadım. Burada bir analiz yapalım: Kapitalizm sorunları numaralandırır. Birinci sorun ülkenin bekasıdır. İkinci sorun terör, üçüncü sorun ekonomi şeklinde liste uzar gider. Ekolojik sorunlar ilk beşe bile giremez. Hal böyle olunca da seçmenin ilgi alanı içine çekilemez. Halkın ekoloji mücadelesinden hep daha önemli sorunları vardır ve var olacaktır. Özellikle Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde aşırı sağ ile merkez sağ yarışı izledik. Ortada sol adına pek bir şey göremedik. Sol demek , ekoloji mücadelesinin itici gücü demektir. Sol yoksa ekoloji mücadelesinin hızlıca gelişmesini bekleyemezsiniz.
Ekolojiye Saldırı Politiktir, Cevap Da Politik Olmak Zorundadır
BSHA: Ekolojiye yeni başlayanlar için önerileriniz nelerdir?
H.Y: En önemli konu, ekoloji mücadelesi ile çevre hareketleri arasında ki önemli ayrımı iyice öğrenmek olacaktır. Bizde kavramlar yerli yerinde kullanılmıyor ve büyük sorunlar yaratıyor. Çevre hareketleri, düzen içi, düzen sınırları ile çevrelenmiş hareketlerdir. Kapitalizmi sorgulamazlar. Koşulsuz kabul ederler. Küçük başarılar ve sonuçlar onları fazlası ile mutlu eder. İmza kampanyaları, dilekçeler, açılan davalar, ÇED raporları, teknik detaylar… Bunlar ilk etapta gerekli olabilir fakat ilerisi için asla yeterli değildir ve sönümlenmeye mahkumdur. Zaten politik bir saldırının karşılığı hukuki yollarla verilemez. Ekolojiye saldırı politiktir ve cevap da politik olmak zorundadır.
BSHA: Ekoloji, siyasi ekoloji alanındaki bilgileri paylaştığınız, sorularımıza verdiğiniz cevaplar için teşekkürler. Son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı?
H.Y: Ekoloji mücadelesine gelecek olursak; az önce çevre hareketleri ile ilgili neler söylediysem tam tersini ekoloji mücadelesi için söyleyebilirim. Tüm dünyada ekolojik hareketlenme, bilinç, örgütlenme ve eylemlilik bu yolla tesis edilebilir. Tersi treni sallamaktan öteye geçemez! Değerli sohbet için size çok teşekkür ederim. Sağ olun, var olun… (BSHA – Bilim ve Sağlık Haber Ajansı)